İnsanın ruh dünyası ve karakterinin derinliklerine ulaşıp, karanlıkta kalmış köşelerini açığa çıkarma kabiliyetiyle Dostoyevski, sadece yaşadığı yüzyılı değil, kendinden sonraki edebi ve fikri yaşamı da kökten etkiledi. O, hala günümüzün en çok okunan yazarlarından…
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, 1821’de babasının cerrah olarak çalıştığı yoksullar hastanesinde dünyaya geldi. Stefan Zweig, Üç Büyük Usta’sında Dostoyevski’nin dünyaya gelişini anlatırken “Daha ilk anda ona hayatının yeri gösterilmişti” der. Zira hasta bir anne ve sarhoş bir baba arasına sıkışıp kalmış bir çocukluğun yanı sıra, hayatının büyük bölümü yoksullar
ve ezilmişler arasında geçti. Annesini kaybettiğinde 15 yaşındaydı. Babasının kendi köleleri tarafından öldürüldüğü haberini, Petersburg’taki Askeri Mühendis Okulu’ndayken aldı. Okul yıllarında fırsat buldukça okuduğu cinayet, şiddet içeren kitaplarla kendince edebi keşifler yaptı.
Askerlikten edebiyatla uğraşmak için ayrıldı. Yetenekli olmasına yetenekliydi ancak bu genç yazarda tuhaf bir şeyler vardı. Küçücük gözleri ve sinirsel olarak sürekli seyiren dudakları, çevresine hastalıklı bir izlenim veriyordu. Toplumdan uzaklaştıkça, kendini var ettiğine inandığı edebiyata sığındı.
İdamdan sürgüne…
Kaleme aldığı Öteki, Beyaz Geceler, Ev Sahibesi, Bir Yufka Yürekli adlı romanları ilgi uyandırmayınca Dostoyevski’nin umudu kırıldı ve politikaya yöneldi. Devlet aleyhinde faaliyet yürüten grupların içinde yer aldı. Devlete yönelik bir komploya karıştığı iddiasıyla, 1849 yılında arkadaşıyla birlikte tutuklanıp idama mahkum edildi. Kurşuna dizilecekken Çar I. Nikolay’ın emriyle, arkadaşıyla birlikte affedildi.
Çarın af fermanı okunmadan önce kurşuna dizilmeyi beklediği korku dolu anlar, belleğinde silinmez izler bıraktı.
Ancak dört yıl kürek mahkumu dört yıl da asker olarak cezasını çekecekti. Sibirya’daki Omsk Cezaevi’nde geçen günlerini, işlediğine inandığı suçun kefareti olarak kabullendi. Ağır koşullarda birlikte yaşadığı mahkumların her biri, onun için “olağanüstü insanlardı” artık. Onları izleyip, acılarını paylaşmaya çalıştı. İlk sara nöbetine de bu zor zamanlarda yakalandı. Hapishaneye tek bir kitap girebiliyordu: İncil… Dostoyevski; içinde bulunduğu kaderci suçluluk duygusuyla İncil’e dört elle sarıldı. Bir zamanlar ruhunda hissettiği radikallik ateşi, yerini; İsa’nın fakirlik öğretisi ve ruhaniliğe duyduğu saygıya bıraktı. Artık acılı ve yoksul insanlar, Dostoyevski için birer kahraman ve vicdanının kurtarıcısıydı.
Ayrıca bu ezilmiş insanlar, romanları için zengin malzeme kaynağıydı. Dostoyevski, onları gözlemlerken babasının çalıştığı yoksullar hastanesini hatırlıyordu sürekli. Çünkü çocukken de, sık sık bu hastanede bulunur ve fukara hastaların hayat hikayelerini dinlerdi.
Hapis ve askerlikten sonraki yılları edebiyattan kopukluğun yarattığı boşlukları doldurma çabasıyla, sürekli kitap ve dergi okuyarak geçti. Savaşta kocasını yitirmiş, çocuklu bir dul ile evlendi. Halbuki kadına acıdığı için yaptığı bu evlilik, ona mutsuzluktan başka bir şey getirmeyecekti. Çünkü mali olarak sorumlulukları doğmuştu artık. Sığınacağı tek şey vardı: Edebiyat… Eleştirmenlerin ilgisini çekmeyen bir-iki kitap yazdıktan sonra Petersburg’a döndü.
Dostoyevski yeni hayatında radikallere sırt çevirdi ve Çar II. Aleksandr’ın toplumsal reformlarını destekledi. Kardeşi Mihail ile 1861 yılında, Slavcılık ve batılılaşmadan uzak düşünleri yansıtan Vremya dergisini çıkarmaya başladı. Vremya, kısa sürede çok tutuldu. Dergide yayımlanan Ölüler Evinin Hatıraları, Dostoyevski’ye kaybettiği ünü geri getirdi. Üstelik Tolstoy ve Turgenyev gibi otoritelerce de takdir edilen roman; toplumdışı kişilikleri ve kaybedilen özgürlüğü acıklı olaylarla anlatıyor ve karısını öldürdüğü için hapis cezasına çarptırılan bir adamın hatıralarını içeriyordu. Eleştirmenlerin olumsuz yargılarına rağmen halkın beğendiği Ezilenler ve Yeraltından Notlar’ı yazdıktan sonra, Dostoyevski’yi Dostoyevski yapan “Büyük Romanlar” dönemi başladı. Gelgelelim bu döneme geçiş pek de kolay olmadı. Karısı ve kardeşi öldükten sonra dünya kadar borca batan ve alacaklılarından kurtulmaya çalışan yazar, çareyi Avrupa’ya kaçmakta buldu. Tek tutkusu kumara sarıldı, bir de yazar çevresinde tanıştığı, aklını başından alan kadına, Polina Suslova’ya… Yeniden evlenmeyi düşündüğü Suslova da kendisini terk ettikten sonra daha fazla kumar ve umutsuzluk batağına girmişti.
Aşk ve nefreti bir yumak haline getiren Suslova, Dostoyevski romanlarındaki şeytani kadın temasının kaynağı…