Enerji verimliliğinde yeni bir perspektif: İklim değişikliği ve enerji verimliliği
Ukrayna-Rusya Savaşı ile tetiklenen Avrupa enerji krizi, küresel anlamda tüm devletlerin gündemine enerji güvenliği meselesini bir kez daha yoğun bir şekilde dahil etti. Özellikle ülkemiz gibi sürdürülebilirliği sadece üretim anlamında değil, aynı zamanda sosyal refah anlamında da enerji ithalatına bağımlı olan ülkeler, kendileri için tehlike çanlarının bir kez daha olabilecek en yüksek sesle çaldığına şahit oldular.
Bu durumu ise iki farklı boyutta ele almak gerekiyor. Öncelikle birincil enerji kaynakları olarak sınıflandırdığımız kömür, petrol, doğal gaz, nükleer, güneş, rüzgar, hidro, biyokütle, jeotermal, dalga gibi enerji kaynaklarının ilk üçü dünyada hızla tükenmekte. “Yenilenebilir” olmayan bu kaynakların dünyadaki varlığı, tüketim hızlarıyla ters orantılı. Bu anlamda herkesin oldukça rahat bir şekilde ulaşabileceği kaynaklardan biri olan British Petroleum (BP); kömür, petrol ve doğalgazın dünyada kalan rezervlerini, üretimleriyle oranlayarak bir kalan ömür tahmini yapıyor.
Enerji kaynaklarının dünyadaki ömrü artık sayılı…
BP Statistical Review of World Energy 2021’de yer alan rakamlara göre, bahsedilen üç fosil kaynak bu hızla tüketilmeye devam ettiği takdirde, kömürün dünyada kalan ömrü 139 yıl, petrolün 53.5, doğalgazın ise 48.8 yıl… Hemen aklımıza kaya gazı, kaya petrolü gibi konvansiyonel olmayan ek kaynaklar ya da Karadeniz ve Doğu Akdeniz’de ya da Sibirya’da Kuzey Buz Denizi ya da İngiltere açıklarında Kuzey Denizi’ndeki henüz enerji üretim denklemine tam anlamıyla katılmamış kaynaklar gelebilir ya da genelde karşılaştığımız gibi “aslında bu kaynakların 300-500 yıllık ömrü var” diye düşünebilirsiniz… Ancak sonuç değişmeyecektir. Bugün dünyada enerji tüketiminde hakimiyeti elinde bulunduran fosil yakıtlar er ya da geç bu dünyadan silinecekler.
Geleceğin enerji stratejileri şimdiden planlanmalı
Dolayısıyla konuya bu açıdan baktığımızda, insanlığın enerji krizi belli bir dönem ya da coğrafyaya has bir mesele değil, genel anlamda insanlığa özgü bir sorun… Bu yüzden tüm ülkelerin karbon kökenli fosil yakıtların olmadığı bir geleceğe geçiş için enerji stratejilerini buna uygun bir şekilde planlamaları bir gerekliliğin ötesinde, zorunluluktur!
Bu geçiş sürecinin ise temelde iki aşaması vardır: Birinci aşama, üretim ve sosyal refahtan ödün vermeden enerji tüketiminin yeniden planlanması, ikinci aşama ise fosil yakıtlara alternatif enerji kaynaklarına odaklı bir tüketim planlamasının yapılmasıdır.
Her iki aşama da, özellikle ülkemiz gibi enerji talebinin neredeyse üçte ikisini ithalat ile sağlayan ülkeler için kritik bir öneme sahiptir. Bu geçişin bağlı olduğu temel parametreler ise, ilgili ekonomik finansman kaynaklarının yaratılması, Ar-Ge yatırımları ve zamandır. Bu ikisi içerisinde hem finansman, hem Ar-Ge hem de zaman açısından en fizibil olan ise birinci aşamada yer alan enerji tüketiminin, üretim ve sosyal refahtan ödün vermeden gerçekleştirilmesi sürecidir. Bu sürece ülkeleri en hızlı taşıyabilecek yöntem ise enerji verimliliğidir.
Enerji verimliliği ve enerji tasarrufu arasındaki fark
Bu noktada öncelikle enerji verimliliği ile enerji tasarrufu arasındaki kesin ayrımdan bahsetmekte fayda var. Enerji tasarrufu basitçe daha az enerji kullanmak anlamına gelmektedir. Örneğin iş yerinizde bir alan aydınlatması için 20 ışık kaynağı yerine 10 ışık kaynağı kullanmanız enerji tasarrufudur. Ancak bu durumda aydınlatma konforundan ödün vermeniz gerekir. Ancak 20 ışık kaynağını 10 kaynağa düşürürken, enerji verimli aydınlatma ürünlerine yönelerek, 10 tane ışık kaynağı ile 20 ışık kaynağı değerinde aydınlatma sağlamanız, bunların yerleşim yerlerini uygun bir şekilde tasarlamanız ve böylece hem daha az enerji tüketmeniz hem de aynı aydınlatma konforunu sağlamanız enerji verimliliğidir.
Refah için enerji verimliliğine yönelmek!
Biraz daha teknik bir ifade ile enerji verimliliği, bireysel anlamda yaşam alanlarımızda, sektörel anlamda ise endüstriyel işletmeler ve hizmet sektöründe, üretim kalitesi ve miktarının düşüşüne yol açmadan, birim hizmet veya ürün miktarı başına enerji tüketiminin azaltılmasını ifade eder. Enerji faturalarımızın günden güne artmakta olduğu günümüzde hem yaşam maliyetlerimizin hem de üretim faaliyetlerimizin daha ekonomik bir hale gelebilmesinin en hızlı yolu, enerji verimliliği uygulamalarına yönelmektir. Günümüzde enerji verimliliğine atfedilen değer, onun yeni enerji kaynağı olarak adlandırılmasının da en önemli nedenlerinden bir tanesidir.
Ülkemizde enerji verimliliğine ilişkin ilk önemli yasal düzenleme 2007 yılında “Enerji Verimliliği” kanunu ile gerçekleştirilmiş, bu kanunla enerji verimliliği etüdü yaptırması gereken firmalar, enerji tüketimlerine göre üç ayrı kategoriye ayrılarak ilgili yükümlülükleri yerine getirmedikleri takdirde tabii olacakları para cezaları her yıl güncellenecek şekilde açıkça ifade edilmiştir. Bu kanun sonrasında ilgili revizyon ve yönetmeliklerle tamamlanarak ve güncellenerek, günümüze kadar gelmiştir. Özellikle özel sektörde firmaların enerji verimliliğine ilgisini artırmak için “Verimlilik Arttırıcı Proje” destekleriyle, uygun şartlarla sağlanan kredi destekleriyle firmaların normal şartlar altında önemli gördükleri enerji verimliliğine eğiliminde artış için çaba gösterilmiştir. Ancak gelinen noktada enerji verimliliği yukarıda bahsedilen öneminin çok ötesinde bir misyon üstlenmektedir.
Evrensel ve ulusal bir zorunluluk…
Hepimizin aşina olduğu, Kyoto Protokolü ve Paris İklim Antlaşması ayrıca Avrupa Yeşil Mutabakatı uyarınca, enerji verimliliği hem uluslararası hem de ulusal ölçekte bir zorunluluk haline gelmiştir. Şöyle ki, son iki yıldır hepimizin bireysel gündeminde de kendisine yer bulan iklim değişikliği süreci nedeniyle, bu sürece neden olan karbon emisyonlarının en büyük sorumlusu olan enerji tüketimi mercek altına alınmış ve enerji dönüşümünden daha hızlı ve daha az maliyetli olan, sonuçları itibariyle daha az enerji tüketimi sağlayan enerji verimliliğine yönelim ulusal ve uluslararası ölçekteki tüm karbon emisyonu azaltılmasına ilişkin metinlerin ana girdilerinden biri olmuştur.
Sanayide karbon emisyonunun düşürülmesi şart
Avrupa Birliği pazarına ihracat yapan firmalar için ise enerji verimliliği, kurumsal karbon ayak izini düşürme noktasındaki katkısı ile ayrıca aciliyet gerektirmektedir.
Bunun nedeni 2023 yılı Ocak ayından itibaren Avrupa Birliği’ne ihracat yapacak firmalardan istenecek olan Doğrudan ve Dolaylı Karbon emisyonlarına ilişkin raporlamadır. ISO 14064-1/2018 uyarınca Kapsam 1 ve Kapsam 2 olarak isimlendirilen bu emisyonlar büyük oranda firmaların enerji tüketimleri nedeniyle oluşan karbon emisyonlarından oluşmaktadır. Bu durumun aynı zamanda bir fırsat yaratma potansiyeli de bulunmaktadır. Enerji verimliliği uygulamaları sayesinde karbon emisyonlarını olması gereken sınırın altına çekmeyi başaran firmalar, aradaki farkı sertifikalandırarak, emisyon ticaret sitemi mekanizması aracılığı ile bunu ekonomik bir değere dönüştürebileceği gibi ülkemizde yürürlüğe konması beklenen karbon vergisi konusunda da daha avantajlı bir noktaya gelme fırsatı yakalayabilirler. Bu açılardan bakıldığında enerji verimliliğine yönelmek özellikle sanayi kuruluşları için birden çok faydayı aynı anda sağlayabilecek bir değer olarak görünmektedir. Bu anlamda sadece firmalar için değil yaratacağı taşma etkisiyle ülkemiz için de temelde iki farklı açıdan fayda sağlamaktadır. Enerji tüketiminin azalması enerji ithalatına olan ihtiyacı azaltabileceği gibi, ülkemizin karbon ayak izinin düşmesini de sağlayacaktır. Nitekim Paris İklim Antlaşması uyarınca Türkiye, ulusal katkı beyanını sunmuş ve 2053 yılında karbon nötr ülke olma hedefini ifade etmiştir.
Türkiye’nin bu hedefine ulaşabilmesinde ise, ülkemizde enerji tüketiminin en büyük paydaşlarından biri olan sanayide karbon emisyonunun düşürülmesi oldukça önemlidir. Bunun yolu da yukarıda da ifade edildiği gibi enerji verimliliğine ülke olarak yönelmekten geçmektedir.