Aklınızdaki sorular için cevaplar burada!
20’nci yılını kutlamaya hazırlanan TT Magazin’in sektörde on yılı deviren Basın-Yayın ekibi, TİAD’ın geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği galada fark etti ki, ikinci ve hatta üçüncü kuşak sanayiciler gelmiş ve aile şirketlerinde çoktan işe koyulmuş. Özellikle bu kuşağın temsilcisi kadınlar; renkleri, ışıkları ve tarzlarıyla benzersiz bir iş kültürünü de beraberinde getirdi. Bilhassa TİAD Basın-Yayın ekibinin sahadaki kahve sohbetlerinin konusudur aile şirketleri. TT Magazin, bilgi toplama refleksiyle yakın-uzak demeden merak ettiğini sorar bu sohbetlerde: Buraya nereden ve neden geldiniz, yapmak istediğiniz iş gerçekten bu muydu? Söz konusu iş olduğunda aile şirketinde fertlerin tutumu nasıl? Takım tezgahları erkek egemen bir sektör, sizin gözlemleriniz nedir? Bir miras olarak şirketin sorumluluğunu üstlendiniz, zorlandınız mı? Erkek egemen bir sektörde kadın olmayı defalarca sorguladık, konuştuk, yazdık ve bu konu artık öylesine basmakalıplaştı ki! Ama erkek egemenliği, sektörümüzün gerçeği ve “değişimi için çaba gerektiren bir alan” olarak kaldı. Ayrıca aile şirketinde ikinci kuşak yönetici çalışanlara uzaktan bakıldığında işleri kolay geliyor. Bu dosya, aslında üstlendiklerin görevin altın tepside kendilerine sunulmadığının bir göstergesi. Erkek egemenliğe karşı tutumları olgun, mücadeleci ve güçlü. Birazdan okuyacaklarınızın her biri, farklı iş insanlarının farklı yaşamlarını; kurumlarına, ailelerine, iş hayatına bakış açılarını içeren gerçek birer hikayedir. Eğer hikayelerinde kendinizden bir şeyler buluyorsanız veya onların ifade ettiklerine kayıtsız kalamıyorsanız, bu dosya amacına ulaşmıştır.
Editörün notu: Standart sorulara farklı cevaplar almak, deneyimlere kucak açmak ama en önemlisi ikinci-üçüncü kuşağın gözünden duruma bakıp empati yeteneğini artırmak TT Magazin’e çok iyi geldi. Dosya konuklarından Sabahat Bozkurt, soruları Almanya yolculuğuna hazırlanırken yanıtladı. Yine konuk olan Pelin Küçükoğlu düğün arifesinde kaleme aldı. Ceyda Mesut, soruları yanıtlarken İstanbul’un iki kıtası arasında evini taşıyordu. Ayris Salcan meşakkatli bir günün ardından soruları cevaplarken Yasemin Okçu, düşüncelerini yazıya aktarmak için üç gün boyunca en uygun anı yakalamak için çabaladı. Defne Erbilek, betimlemeleri sayesinde hikayesini adeta editörün gözünde yaşattı. Bir editör daha ne ister ki!
“Yetersiz olsaydım kovulurdum, çünkü annem; söz konusu kendi öz kızı olsa bile profesyonellikten ayrılmaz”
Ayris Salcan, Salcan Danışmanlık Genel Müdürü
alcan Danışmanlık’ta henüz lise yıllarımda yarı zamanlı çalışmaya başladım. Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı ve aynı zamanda annem olan Nebahat Salcan, evde de çalıştığı için çalışma saatlerimizin esnekliği sebebiyle her an bu yapının içindeydim. Haliyle bu durum, adaptasyonumu hızlandırdı.
Benim işe müdahil olmam biraz da tek çocuk olmam sebebiyle işi devralabilecek ikinci nesil olma zorunluluğu… Mühendis ekibinin içinde kendimi bulma yaşım 16 olsa da “doğumdan itibaren iş sürecine aşinayım” diyebilirim. Aslında “anne karnında başladım” demek de yanlış olmaz.
Sıfırdan başladım, zaman içinde terfiler aldım
Şirkete stajyerlerle aynı pozisyonda başladım, bütün haklarım onlarla aynıydı. İşe workstation masalarında, devletin her birimindeki evrak işlerini öğrenerek adım attım. Zaman içinde uzmanlık alanlarımı tamamlayıp terfiler aldım. Şu anki pozisyonuma gelmem tam 10 yılımı aldı.
Yaptığımız işe yönelik takdir, emek ve azmin; her zaman bütünlüğü koruduğunu ve bir sonraki adıma taşıdığını düşünüyorum. Böylece Salcan Danışmanlık 25 kişiden fazla uzman ve mühendislik kadrosu ile hizmet veriyor ki bu kadrodaki her bir kişi, benim ailemin birer parçasıdır.
Nebahat Salcan’ın yarattığı, benim de sonuna kadar benimsediğim kurum felsefemiz der ki “Sermayemiz güvenirliğimizdir.” Güvenilir olduğumuz ölçüde değerli ve saygınsınızdır. Hele ki danışmanlık gibi kritik bir iş yapıyorsanız; etik, güven, saygınlık en önemli kriterler…
Annem çok çalışır, bizden de aynı performansı bekler
Kendisi de Endüstri Mühendisi olan Nebahat Salcan, günde ortalama 16 saat çalışır ve her birimizden de aynı performansı bekler. Bizim mesai saati kavramımız yoktur. Danışanların talep ve istekleri doğrultusunda hizmet hızımızı her ay test ederiz. En hızlı çözüme ulaşmak, danışan memnuniyeti bizim için önceliklidir.
Hem annem hem yöneticim olan Nebahat Salcan’la en çok çatıştığımız hususlar, yenilik ve bilişim konuları. Günümüz şartlarına ayak uydurma sürecinde daha etkili ve devamlılığı olan işler yaparken alt yapımızdaki bilişim ve teknolojiyi güncelleriz. Nebahat Salcan, yeniliklere uyum sağlaması süresince duruma “oldschool” yaklaştığı için kabul ve onaylama süreci uzuyor. Ancak şundan eminim ki yaptığımız iş için yetersiz olsaydım, şirkette hala bir stajyer olarak kalırdım. Çünkü Nebahat Salcan, söz konusu kendi öz kızı olsa bile profesyonellikten ayrılmaz.
Hem güzel hem zor
Şirket içinde Nebahat Salcan ile- beni kızı olarak tanıtmadığı sürece- anne-kız olduğumuz, mesafe ve duruşumuzdan dolayı anlaşılmaz. Kendisi resmi, kurumsal ve otoriter bir yapıya sahip. Bu aile yaşantımıza da yansıyor. Mesai saati sonrası ve hafta sonları ailemize özel zamanlarda bile genelde iş konuşur veya raporlar üzerinde tartışırız. Hem güzel hem zor tarafları var. Sanırım anne-kız olduğumuz kadar anne-kız çalışanlar olarak da bütünleştiğimizi söylemek doğru olur.
Sanayide genellikle “baba-oğul” çalışanlara rastlarız, buna bakıp erkek egemen bir sektörde var olduğumuzu söyleyebiliriz. Ancak sanayide ister işverenler ister emekçi çalışanlar olsun, biz kadınlara gösterilen saygı bence takdire şayan… Başa dönsek tekrar bu sektörde yer almayı yine isterdim.
Uzun bir yolumuz var
Zorlu zamanlarda vazgeçmeyi, pes etmeyi hiç düşünmedim. Daha önce de belirttiğim gibi Salcan Danışmanlık olarak sermayemiz güvenirliğimizdir. Firmalarımızla uzun bir yolumuz var. Yol ayrımlarına ve hayatın getirilerine aldırmadan; bizi kendine yol arkadaşı seçmiş her bir KOBİ’yle beraber, bu yolda sonuna kadar yürümek ve onlara hedef ve beklentileri konusunda destek olmak benim kendime biçtiğim misyon.
Salcan Danışmanlık’taki hedefim, annem Nebahat Salcan’ın emek ve özverileriyle var ettiği kurumsal mirası sürdürmek. Ama bunu yaparken de bu mirası maddi manevi zenginleştirmek önemli benim için. Ayrıca kadın istihdamını artırıp, ülkemiz sanayicilerinin ihracata açılan en güvenilir kapısı olabilmek de hedeflerim arasında. Başarılı olacağıma inancım sonsuz.
“Ne iş ortamında ne özel yaşamımda, başlayıp pes ettiğim bir şey olmadı”
Ceyda Mesut, Miksan Motor Yönetim Kurulu Üyesi
Aslında Miksan Motor’da çalışma sürecim çok doğal bir şekilde başladı. Çok küçük yaşlardan itibaren hem okul çıkışları hem de yaz tatillerinde sıklıkla firmaya gelirdim. Yazları, okul ve voleybol antrenmanı takvimime göre Miksan’da üretim kısmında çalışıyordum. 12 yaşındaki performansıma tam olarak çalışmak denemez ama bu sayede sektör ve çalışanlar ile aramda organik bir bağ oluştu. O sıralar arkadaşlarım tatil yaparken ben çalıştığım için babama çok kızsam da bunun çok yararlı olduğunu bugün görebiliyorum.
Lise 2. sınıfta bölüm seçimi döneminde ailem ile bu işi yapıp yapmak istemediğimi konuştuk. Zaten küçük yaşlardan beri benim de kafamda başka bir işte çalışmak yoktu. Sonuçta firmanın kurucusu babam olduğu için Miksan Motor benim ağabeyim gibiydi ama ailem bana seçimlerim konusunda hiç baskı yapmadı. Sadece firmanın gelecek planlarını benim kararlarım doğrultusunda şekillendirdiler.
Miksan Motor’da çalışmayı planladığım için lisede Fen bölümü sonrasında da Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünü bitirdim. Kısa bir yurtdışı deneyimi ve özel sektörde iş tecrübesinden sonra kendimi Miksan Motor’da buldum.
Miksan Motor 46 yıllık bir aile şirketi ve açıkçası kurumsal bir yapımız yok. Çok eski, neredeyse bizden ikinci kez emekli olacak olan çalışanlarımız var. Her ne kadar çok profesyonelce olmasa da bu çalışanlarımızla aramda hala abi-abla-kardeş ilişkisi mevcut. Sonuçta bazıları benim bebekliğimi hatırlıyor. Geri kalan çalışma arkadaşlarımla da mümkün olduğu kadar samimi bir iş ilişkimiz var. Çalışma arkadaşlarımın benimle her konuyu samimiyetle konuşabilmesini isterim. Bence çalışanlarının mutluluğu ve rahatlığı, verimli çalışma ortamı için en önemli etken.
Babamla birbirimizi tamamlıyoruz
Babam Yüksel Mesut, insanların samimiyetle ve eğlenerek çalışabileceği bir iş ortamını sağlamaya özen gösteriyor. Bu konuda babamla epey birbirimize benziyoruz. Aslında çoğu konuda birbirimize çok benziyoruz. Sadece babam bana göre daha teknik ve üretim odaklı, ben biraz daha fazla satış ve pazarlama konularına ilgi gösteriyorum. Yani birbirimizi tamamlıyoruz.
Geçmişteki doğrularım ve hatalarım sayesinde çok şey öğrendim
İşbaşı yaptığım ilk dönemlerde bu kadar erkek egemen bir sektörde var olmayı çok yadırgayıp kabullenememiştim. Kendimi bir anda okulda ve kurumsal hayatta gördüğümden apayrı bir dünyada buldum. Sektörde ilk başta sadece kadın diye 25 yaşındaki bir bireyi muhatap almak istemeyen insanlar olduğunu görünce çok şaşırmıştım. Açıkçası başa dönsem sanırım aynı şeyleri yapardım. O zamanki doğrularım ya da hatalarım sayesinde çok şey öğrendim. Zamanla çabuk sinirlenmemeyi, tepki vermemeyi öğrendim ve hala öğreniyorum.
Kendimi başka bir işi yaparken hayal edemedim
Kendimi kabullendiremeyeceğimi düşündüğüm zamanlar çok oldu. Ancak hiçbir zaman “acaba bırakıp gitsem, başka bir iş yapsam mı” diye düşünmedim. İnatçı ve hırslı bir insanımdır, hayatta başlayıp pes ettiğim bir şey olmadı. Açıkçası kendimi başka bir işi yaparken hayal edemedim de.
Aile ile çalışmanın hem çok fazla artısı hem de çok fazla eksisi var. En büyük artım erkek egemen bir sektörde hem babamın hem de kuzenimin bana tam destek vermeleri oldu. Her zaman bu işi başarabileceğimi hissettirdiler. Benim biraz heyecanlı bir yapım var, onlar beni kriz anlarında sakinleştirdiler. En büyük destekçim onlardı.
Elbette aileyle çalışmanın çok fazla eksisi de var. En kötüsü özel hayatınızla işinizin iç içe geçmiş olması… Aslında bu durum, kendi işini yapan insanların hepsi için geçerli ancak aile evime gittiğimde, akşam yemeklerinin sohbet konusu genelde iş yerinde yaşananlar oluyor.
Hedef: Miksan’ı dünya markası yapmak
Neyse ki iş konusunda her şey yolunda. Miksan Motor artık bor yağ pompaları alanında kendini kanıtlamış bir firma. Neredeyse Avrupa’da bile bütün üreticiler firmamızı biliyor. En büyük hayalim Miksan Motor’u küresel bir marka haline getirmek. Şu an güçlü olmadığımız Amerika ve Asya’da da markamızı Avrupa pazarındaki konumumuza getirebilmek istiyorum. Miksan Motor’u teslim aldığımdan daha iyi bir pozisyona getireceğim.
“Kendime ‘kadın olarak sanayide çalışabilir miyim’ sorusunu asla sormadım”
Defne Erbilek, Erbilekler Metal İş Geliştirme Müdürü
Aslında doğduğumdan beri aile şirketimiz Erbilekler’in bir parçasıyım. Pek çok evde akşam yemekleri, aile bireylerinin bir araya gelip gün boyu başından geçenleri anlattığı çok keyifli bir ortam olur. Erbilek hanesinin akşam yemeklerindeyse hep iş konuşulurdu. Annem kendimi bildim bileli oradan oraya seyahat eden, Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birinde çalışan üst düzey yöneticiydi. Babam ise kendi babası Yüksel Erbilek ve amcası Doğan Erbilek’ten devraldığı bayrağı daha ileriye taşımak için var gücüyle çalışırdı. Bu yüzden yemek masasındaki sohbet çoğunlukla toplantılar, bütçeler, satışlar gibi hep iş hayatı ekseninde dönerdi. Onları hep ilgiyle dinlediğimi hatırlıyorum. Hem annem hem de babam iş seyahatlerine bile beni yanlarında götürürdü. Henüz ilkokul ikinci sınıftayken ilk yurtdışı seyahatlerimden biri Türkiye distribütörü olduğumuz Güney Koreli bir kesici takım üreticisinin fabrikasını görmeye Seul’e yaptığımız yolculuktu. Buradan bakınca kesici takım işi DNA’ma işlenmiş diyebilirim. Ailem bana kaç yaşında olursam olayım her zaman yetişkin muamelesi yaptı, sadece işletme değil bir sürü alanda bir çocuğun anlamayacağı karmaşık konuları özenle açıklar, hep fikrimi sorarlardı.
“Ticareti öğreneceğim daha iyi bir yer olamaz” düşüncesiyle başladım
Bu şekilde ciddiye alındığınız, kendi oluşturduğunuz fikirleri savunmanızın desteklendiği bir ev ortamında büyümek; elbette ki sadece bir iş insanı olarak değil, bilinçli bir vatandaş olarak da hayatım boyunca çok işime yaradı. Lisans eğitimimi Milano’da Bocconi Üniversitesi’nde çok severek okuduğum Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde tamamladım. Bunu takiben Politecnico di Milano Üniversitesi’nde Pazarlama yüksek lisans eğitimimi aldım. Dört yıllık bir İtalya macerasından sonra da Türkiye’ye kesin dönüş yaptım. İtalya’da bulunduğum süre boyunca sektördeki oyuncuları gözlemleyip birkaçı ile irtibata geçme fırsatım oldu. Bu esnada fark etmeden ileride kuruluşunda rol alacağım Euroloy Carbide Tools markamızın İtalyan iş ortaklarıyla da tanışmış oldum. “Ticareti öğreneceğim daha iyi bir yer olamaz” düşüncesiyle, biraz da tecrübe kazanmak için, aile şirketimiz Erbilekler Metal İşleme Ürünleri firmasında pazarlama uzmanı olarak çalışmaya başladım.
Geçen hafta şirketimizin 20. Yılıyla birlikte firmadaki üçüncü yılımı kutladık. Gerçekten çok mutluyum.
Açıkçası içine girene kadar Türk sanayisinin bu kadar gelişmiş olduğunun farkında değildim. Özellikle otomotiv, havacılık ve metal döküm üretimi konusunda Türkiye gerçekten çok iyi yerlerde. Müşterilerimizle yaptığım görüşmeler ve saha ziyaretlerinde bunu yakından gözlemledim. Firmamızda ilk olarak Pazarlama Uzmanı pozisyonunda göreve başladım. İtalyan iş ortaklarımızla beraber kurduğumuz Euroloy Carbide Tools markasının bütün yazılı ve dijital pazarlama materyallerinin oluşturulmasında ve saha satış ekibimizin ürün eğitimlerinde aktif görev aldım. Bu yeni oluşumun, ekibe katılmamla aynı zamana denk gelmesi, kişisel gelişimim için müthiş bir fırsat oldu. Birinci elden, yoğun ama bir o kadar da değerli tecrübeler edindim. Son bir yıldır da İş Geliştirme Müdürü olarak çalışıyorum.
Bir işi yoktan var etmek şüphesiz ki korumaya çalışmaktan daha zor sayılır
Hayatım boyunca cinsiyet, dil, ırk ve dinimin; gelişimime ve önemli konumlara gelmeme engel olabileceği düşüncesini reddettim. Tam aksine bu özelliklerin ve kavramların; kişiliğimi oluşturan, beni farklılaştıran ve belirli alanlarda başarılı olmamı sağlayan etmenler olduğu düşüncesini benimsedim. Bu sebeple kendime asla “bir kadın olarak sanayide çalışabilir miyim?” diye sormadım. Bunu sormak aklıma bile gelmedi. Kendime “bu işi seviyor muyum, sektörü seviyor muyum?” diye sordum ve cevap ilk günden beri hep “evet” oldu. Elbette ki ikinci kuşak yönetici olmanın zor olduğunu kabul etmek zorundayım. Aile şirketlerinde birinci kuşak kurucular; enerji ve başarısı sonraki kuşaklara aktarılan, “girişimci süper güçler” olarak görülür.
Bir işi yoktan var etmek şüphesiz ki korumaya çalışmaktan daha zor sayılır. İşe ilk başladığımda ben de böyle düşünüyordum. Önümde babam gibi disiplinli, oldukça detaycı, azimli ve artık alanında ustalaşmış bir kurucu lider olması ilk zamanlar gözümü korkutmadı değil.
İkinci kuşak yöneticiler çoğu zaman kurucu liderlerle karşılaştırılmaktan veya onların gölgesinde kalmaktan endişe duyar. Fakat ben ikinci kuşak yöneticilerin görevinin sadece geminin alabora olmadığından emin olmakla sınırlı olduğunu düşünmüyorum. Öncelikle bizlerin şirketin kurumsallaşmasında, yeni iş kolları oluşturarak şirketin büyümesinde ve yönetimi “güçlü lider”den daha kolektif bir yapıya taşımada ciddi sorumluluklar aldığımızı düşünüyorum. Elbette ki biz de görevi devraldığımız kurucu liderler gibi değişen dünyada gelişmeleri iyi okumalı ve yeni fırsatlardan faydalanmalıyız. Fakat ikinci kuşağın şu an içinde bulunduğu ekonomik ortam şüphesiz ki çok daha karmaşık ve küresel. Kuşaklar arasında hem yönetim tarzı hem de şirketin vizyonuna bakış açısında doğal olarak farklılıklar olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden ikinci kuşak olarak kendimi statükonun koruyucusu olarak değil, ama deyim yerindeyse bir “asi” olarak görmeye çalışıyorum. Bu sayede Defne Erbilek olarak aile şirketimize nasıl değer katabileceğimi, gelecekte Erbilekler Metal İşleme Ürünleri’nin kesici takım sektöründe kendini nasıl ve nerede konumlandıracağını ve bunu yapmak için ne gibi değişikliklere uğraması gerektiğini belirlemeye çalışıyorum.
Babamı tanıyanlar bilir, müthiş bir mizah anlayışı vardır. Beni kahkahalarla güldürür. Fakat ofisteyken ikimiz de başka bir role bürünürüz
Çok ilginçtir ama ne zaman birine aile şirketimizde çalışıyorum desem hep “aileyle çalışmak zor olmalı” gibi geribildirim alıyorum. Genel kanının aksine, aile şirketinde çalışmak benim için olumlu bir tecrübe. Babam hem çok sevdiğim hem de çok saygı duyduğum biri. Yaptıklarına ve hiç bitmeyen enerjisine hayranım. En azından benim durumumda iş ve özel hayat hep el ele gidiyor. Bazen evde film izlerken bile babamın aklına bir fikir gelir, filmi durdurur ve anlatmaya başlar. Onu tanıyanlar bilir, müthiş bir mizah anlayışı vardır. Beni kahkahalarla güldürür. Fakat ofisteyken ikimiz de başka bir role bürünürüz. O benim için babam değil, sadece Rüştü Bey’dir. İş hayatında babamla tarzımız oldukça farklı; o çok hızlı karar alır ve hemen aksiyona geçer, mükemmeliyetçidir; hatalara hiç tahammülü yok. Bense durumu detaylıca analiz edip daha temkinli karar almayı severim. İş hayatında tarzımız ne kadar farklı olursa olsun, babam kendim olmama alan sağlar; fikirlerimi önemser ve dinler, uygulamam için beni destekler. Diğer yandan kan bağım olmayan ama artık aileden saydığım çalışma arkadaşlarımı da eklemeyelim. Bazıları 10 hatta 15 yıldır bizimle. Kendimi bildim bileli hayatımdalar, ama şimdi onlarla beraber çalışıyor olmak benim için ayrıca değerli.
Sektör dışı iş tecrübesi ikinci kuşak sanayiciler için önemli
“Geriye dönsem neyi farklı yapardım” diye düşündüğümde herhangi bir pişmanlığım yok ama belki de bir süre “farklı sektörden bir firmada tecrübe kazanmak faydalı olabilirdi” diye düşünüyorum. Sektör dışı iş tecrübesinin ikinci kuşak yöneticilere hem farklı iş modellerini öğrenmede hem de özgüven kazanmada faydalı olduğunu düşünüyorum.
Motivasyonumu kaybettiğimde…
Çekip gitmek istediğim zamanlar olmadıysa da kendimi çok yorgun hissettiğim veya motivasyonumu kaybettiğim anlar oldu. Fakat bu anlarda bana kalırsa liderliği ve öngörüsü sadece siyaset ve askeriye ile sınırlı olmayan Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözünü hatırlarım: “Sizler, yani yeni Türkiye’nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz! Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan, yürüyecektir…” İş hayatı ile ilgili kitaplar okumaktan çok keyif alırım ama bence liderliğin en büyük örneği yine Kurtuluş Savaşı’mızda ve yüce Atatürk’ün stratejik dehasında yatar.
Kendime hedefler koyup onları gerçekleştirmeyi seviyorum
Benim için iş dışında da ilgi alanlarımın olması çok önemli. İtalya’da öğrencilikle başlayan İtalyanca serüvenime hala devam ediyorum. Spor, pandemiden sonra hayatımda git gide daha da büyük bir yer kaplıyor. Özellikle yüzmeyi çok seviyorum, kendime her seferinde küçük hedefler koymak ve bunları gerçekleştirmeye çalışmak hoşuma gidiyor. Hobilerimin yanı sıra sosyal sorumluluk faaliyetlerinde görev alıyorum. Üyesi olduğum Beyoğlu Rotary Kulübü ve TOBB Genç Girişimciler Kurulu vasıtasıyla özellikle kız çocuklarının eğitime ve işgücüne erişimini desteklemeye yardımcı olmak istiyorum.
“Aile işi insana durumun içinde kalmayı ve sorunları sükunetle çözmeyi öğretiyor”
Pelin Küçükoğlu, Temak Yönetim Kurulu Üyesi
Hikayeyi en baştan alırsak: Doğduğum yıllarda babam Ali Küçükoğlu, Temak’ı kurdu. Bu işin nesiller boyu devam ettirilmesini istediği için de 9-10 yaşlarımdan itibaren beni sık sık ofisine götürürdü. O zamanlar sadece depoları gezer, çalışanları izler onlarla zaman geçirirdim. Şu an bunun ne kadar önemli olduğunu görüyorum çünkü 20’li yaşlarda üniversiteden mezun olunca aile şirketine adım atmakla, erken yaşlarda o aidiyetin oluşması arasında büyük bir fark oluyor. Dolayısıyla Temak’a bir şekilde hep aşina olarak büyüdüm. Okul yıllarında da her yaz gidip çeşitli görevler aldım. Babamın vefatından 3 yıl sonra Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nden mezun olmamla birlikte de tam zamanlı olarak çalışmaya başladım.
Bir gün bu işe başlayacağımı biliyordum, öyle de oldu
Dediğim gibi, her zaman uzun vadeli düşünen, vizyoner bir insan olarak babam bu işin nesiller boyu devam etmesini istediği için farklı ilgi alanlarım olsa da Temak’a karşı sorumluluk bilincim hep vardı. Temak bana göre de başarıyla sürdürülmesi gereken bir kurumdu. Mezun olur olmaz işe başlayacağımı biliyordum, öyle de oldu.
Babam bütün samimiyetini ve takım ruhunu şirketin tümüne aşılamış
Hep çalışmayı seven bir öğrenci olduğum için iş hayatı beni hiç korkutmadı. Hatta iş hayatı hala bana okul hayatından çok daha kolay ve keyifli gelir çünkü çok daha özgür… Özgürlüğüm olduğu sürece fazla çalışmak, mücadele etmek hep keyif verdi bana. Özgür olmaktan kastettiğim mekansal, zamansal ve düşünsel özgürlük. Yani ben istediğim zaman istediğim yerden çalışabiliyor ve özgürce yeni fikirlerimi hayata geçirebiliyorsam, hiç sorun yok. Neyse ki bugüne kadar bu özgürlüklerimi kısıtlayan bir durum olmadı, bu açıdan iş hayatında gerçekten şanslı olduğumu düşünüyorum. Çalışma arkadaşlarımız ile aile gibiyiz. Babam, samimiyetini ve takım ruhunu, şirketin tümüne aşılamış. Gerçekten bir aile gibi çalışıyoruz ekibimizle.
Babam bana hep cesur ve rahat olmayı öğretti. Ona göre her şeyin bir çözümü vardır, yeter ki sen kendine güven ve yapman gerekenleri yap. Çocuk büyütürken aşılamaktan ziyade, örnek olmak esastır. Siz istediğiniz gibi yönlendirseniz de enerjiniz, sizin yaşam biçiminiz eğer bu değilse, çocuğa hiçbir şey aşılayamazsınız. Benim ilgi alanım pedagoji, şimdi bakınca babamın çok doğru bir yol izlediğini görüyorum. Asla çok didaktik olmadı; kendi yaptıklarıyla, yaşayışıyla başlı başına bir öğretmendi benim için. Bir şeyler öğretmek istediğinde önce kendisi uygulardı. Bu onun iş insanı olmak konusundaki tarzıydı.
Babam benim için eşsiz bir örnekti
Maalesef babamla tam zamanlı çalışma fırsatım olmadı. Ancak ilkokuldan itibaren her yaz, en az 2 hafta onunla çalışmaya, en azından onu izlemeye giderdim. Bu sıradaki gözlemlerimi şöyle hatırlıyorum: Her zaman gülümserdi. Çevresine güzel enerji yaymayı ve etrafındakileri gülümsetmeyi önemserdi. Olumsuz şeyleri bile espriyle, yumuşatarak söylerdi ama bu mizacıyla bile en sert yöneticiden daha otoriter olmayı başarırdı. Paylaşmayı, özveriyi çok önemserdi; kimseden bilgi, para, ilgi sakınmazdı. Çevresindekilere her zaman çok cömertti. Her zaman gerçekçi bir iyimserdi, oldukça gerçekçi ve ileri görüşlü bir insandı ve bununla birlikte hep pozitif kalırdı. Çok çalışkandı. Planlarını hep en uzağa bakarak yapardı, yarının dünyasına göre adımlarını atardı. Uzun vadeli düşünürdü. Çok iyi bir gözlemci ve araştırmacıydı, hep merak eder, araştırır ve en iyisini bulmaya çalışırdı. Bu özellikleriyle bana başlı başına eşsiz bir örnekti.
Babam talepkar bir ebeveyn değildi
Onun benden beklentisine gelince, bu işi devam ettirmemi her zaman çok istedi ve bana bunu aşıladı. İş dışında da kendimi geliştirebileceğim sanat, spor gibi alanlara bolca zaman ayırmamı önerir ve teşvik ederdi. Bunun dışında babam hiç talepkar bir ebeveyn değildi, benden beklentilerini sıralamaz, böyle bir şey dillendirmezdi. Her zaman hissettiğim, benim mutlu bir insan olmamı istediğiydi.
Erkek egemenliğini hissetmedim
Açıkçası çalıştığımız sektörde erkek egemenliğini pek hissetmedim. Ailem ve çevremde böyle bir şey deneyimlemedim. Tabii ki çok farklı deneyimler yaşayan hemcinslerimi duyuyorum ama dediğim gibi benim gerçekliğim farklı.
Bu konuda şöyle düşünüyorum: Nitelikli işgücüne o kadar çok ihtiyaç var ki! Bugün iyi işler çıkarıp, katma değer üretecek bir çalışana kadın, erkek, genç, yaşlı kişilere; bir işverenin hayır diyeceğini sanmıyorum. İşini iyi yapan herkese bu sektörde yer olduğunu düşünüyorum. Kültürel olarak toplumumuzda kadınların ev işlerini ve çocuk bakımını daha fazla üstlenme durumları olduğu için iş hayatında bazı dönemlerde erkekler kadar agresif olamayabiliyoruz, bu da erkekleri daha ön plana çıkarıyor, bu bir gerçek. Ancak kadınların da çok farklı artıları var. Temak olarak birçok pozisyona özellikle kadın çalışan istihdam etmeyi istiyoruz. Bazı önyargılar dışında kadınların önünde büyük bir engel görmüyorum. Hatta yükselen trendlerle birlikte, iş hayatında kadınlara pozitif ayrımcılık yapıldığını bile gözlemliyorum.
Aile işinde kaçıp gitmek yok
Profesyonel hayatta olsaydım bugüne kadar belki en az 2-3 kez iş değiştirmiş olurdum. Özgür hissettiğim bir ev ve okul ortamında büyüdüm, bu sebeple daha genç yaşlarda bana uymayan yerleri terk etme eğilimindeydim. Bu sebeple “profesyonel bir çalışan olsam, bu kadar gelişemezdim” diye düşünüyorum, çünkü sorunlar düğümlendiğinde muhtemelen kaçardım. Ancak aile şirketinde kaçıp gitmek yok. Aile şirketi bence insana durumun içinde kalmayı ve sorunları sükunetle çözmeyi öğretiyor. Çünkü burada çekip gitmek çok daha zor ve anlamsız bir seçenek. Gitsen bile nereye gidebilirsin, sonuçta aile söz konusu.
İnsanın hayattaki gelişim noktaları, hep tam vazgeçmek üzereyken devam etme gücünü gösterdiği anlardır. Aile şirketinde çalışmak, sizi vazgeçmekten alıkoyan doğasıyla hep devam etmeye, çözüm üretmeye ve olgunlaşmaya zorluyor. Duygusal olgunluğunu geliştirmeyen birinin bir aile işinde tutunması çok zor diye düşünüyorum.
Çekip gitmek seçenek değil, çünkü zorluk her yerde
Dolayısıyla çekip gitmek benim için genel olarak bir seçenek olmadı. Çünkü zorluk her yerde. Bir zorluktan kaçarsan ancak başka bir zorluğa gidersin. Bu durum tamamen bakış açısı aslında: “Meselelere hep sorun gözüyle mi bakıyorsun, çözüm bulmak, yapıcı olmak üzere mi bakıyorsun?”
Aile işi yapmak gerçekten çok farklı kişilik özelliklerini geliştirmeyi gerektiriyor. Ben çok sivri bir kişiliğe sahiptim ama sivrilikle, sert bir üslupla iş hayatında gerçekten istediğinizi almanız zor, aile işinde daha da zor. İşe başladığım günden bu yana aile şirketinde çalışmak beni çok değiştirdi. Profesyonel olarak başka bir şirkette çalışsam eminim bu kadar değişime uğrayamazdım. Aile işini başarıyla ve profesyonelce götürmek büyük bir olgunluk istiyor çoğu zaman. Düşününce tüm dünyada aile sorunları büyük bir mesele aslında.
Bu açıdan bakınca bir aile şirketini başarıyla yürütmek aslında hem ilişkileri sağlıklı sürdürmeyi başarmak hem de bu ilişkiler içinde başarı üretmek demek. Bu gerçekten mucize gibi bir şey. Acar Baltaş’ın “iletişim ufak çaplı bir mucizedir” sözüne çok katılıyorum.
Aile fertlerinin aynı anda iş arkadaşı olması, bireyler arasında sevgi ve saygı varsa ve şirket liyakat ile yönetiliyorsa, yani biri sırf aile üyesi diye kayırılıp hakkı olmayan görevlere getirilmiyorsa, çok güzel. Neden güzel? Çünkü çok iyi tanıdığınız ve güvendiğiniz insanlarla çalışıyorsunuz, bu büyük bir konfor ve huzur veriyor bence. Tabii bu sevgi, saygı ilişkisi yoksa aile şirketi insanların hayatını cehenneme döndürebilir, bunun örneklerini çokça görüyoruz. Bu yüzden bence aile işinin devam etmesini isteyen şirket kurucularının en önemli hedefi, aile bireyleri arasındaki sevgi ve saygıyı geliştirmek olmalı. Sonrasında bu ikinci ve üçüncü nesillere gerekli nitelikler kazandırılmalı. Aksi halde sözde eşit haklara sahip insanların niteliklerinde büyük farklar çıkarsa iş çıkmaza girebiliyor.
Aile işinde çalışmak zenginleştirici, tabii size değerli deneyimlerini aktaran olgun fertler varsa…
Şu anda şirketi birlikte yürüttüğümüz amcamız konusunda, kardeşim ve ben çok şanslıyız. Kendisine ne kadar teşekkür etsek az. Aile olarak demokratik olduğumuz kadar hiyerarşinin de öneminin farkındayız. Herkes kendisinden daha yetkin ve deneyimli aile bireyinin görüşüne saygı duyar. Ve günün sonunda bence her ailede bir mihenk taşı olmalı, ne olursa olsun aileyi bir araya getirecek ve herkesin içten gelerek sözünü dinlediği bir kişi. Bu anlamda hiyerarşinin aile şirketlerinin ömrünü uzattığını gözlemliyoruz. O mihenk taşı görevini gören kurucunun vefatı ardından dağılan aile şirketleri de bu durumun kanıtı. Bizde, kurucumuz olan babamın vefatının ardından, amcamız Mehmet Küçükoğlu her anlamda bu bayrağı en iyi şekilde taşıyor. Her aile şirketinde bu yapı olmalı.
Aile şirketinde çalışmayı gerçekten sevmemin bir sebebi de birlikte zorlukların üstesinden gelebilmek… Bu, ilişkileri daha da kuvvetlendiriyor ve yeni nesillere çok büyük deneyimler kazandırıyor, hayata erken hazırlıyor. Büyüklerinizden daha fazla şey öğrenebiliyorsunuz. Çünkü hayatımızın büyük kısmı işte geçiyor. Anne-babalar normalde çocuğunu akşam birkaç saat görebiliyor, durum böyle olunca neyi ne kadar aktarabilirler. Ancak birlikte çalışınca bilgi, deneyim ve kültür aktarımı için bolca vakit oluyor hem sohbet hem gözlem yoluyla. Bu açıdan aile şirketinde çalışmak çok zenginleştirici bir şey diye düşünüyorum. Tabii ki size değerli deneyimlerini aktaracak olgun aile büyükleriniz varsa… En büyük temennim Japonya ve Avrupa ülkeleri gibi 100 yaşın üzerinde çok sayıda aile şirketinin Türkiye’de de var olması. Aile şirketlerinin büyüyüp gelişmesi ülke refahı için büyük önem taşıyor.
Temak’ı her gün daha da iyi bir noktaya taşımayı hedefledim. Bugüne kadar daha lokal düşünürdüm, yeni yıl kararım, “dünyalı olmak.” Yani hem iş hem özel hayatımı biraz daha fazla yurtdışına taşıma hedefim var.
Takım Tezgahları sektöründe, ikinci kuşak ve kadın olmak cesaret ister, dayanıklılık ister…
Sabahat Bozkurt, Boztaş Makina Yönetim Kurulu Başkanı
40. yılını kutladığımız Boztaş Makina, 1983 senesinde rahmetli babam Bülent Bozkurt tarafından çeşitli Alman takım tezgahı üreticilerinin Türkiye genel mümessilliğini yapmak üzere kuruldu. O zamanlarda bile ben bu işin hep bir yerlerindeydim.
Aile şirketiniz varsa ve siz bu işe gönüllüyseniz, çocukluk yıllarından itibaren işin içindesinizdir zaten. Eğitim hayatım devam ederken her yaz, şirketin birçok kademesinde görev yaptım. Katıldığımız her fuarda, babamın birçok iş toplantısında ve seyahatinde ben de vardım. Üniversiteyi tamamladıktan sonra Almanya’nın önemli talaşlı imalat sanayi üreticisi firmalarının birinde üretim, pazarlama ve idari işler departmanlarında; yine Almanya’da bir finans kuruluşunda staj yaptım. Babam ve annem, eğitim hayatımızı sonuna kadar destekleyen, tüm seçenekleri önümüze koyan ama neticede geleceğimizle ilgili kararları kendi başımıza almamız gerektiğine inanan insanlardı. Bu işi yapmamız konusunda da bir dayatma yoktu ama aile şirketimizde çalışmak benim gerçeğimdi.
Geldiğimiz noktada, 24 yıldır takım tezgahları sektöründe çalışıyorum. Türkiye’de ve Almanya’da yıllardır kesintisiz hizmet veren takım tezgahları, yedek parça, servis ve satışı yapan şirketlerimiz vasıtasıyla Türkiye sanayisine hizmet etmeye devam ediyoruz.
İş yapma şeklini, iş ahlakını, kimseyi gözde küçültmemeyi, aynı zamanda büyütmemeyi; hakkedene hakettiğini teslim etmeyi, hakettiğini alabilmeyi, cesur olmayı, mücadeleyi elden bırakmamayı, sürekli eğitime ve yeniliğe açık olmayı babamdan öğrendim. Değerleri ve düşünceleri, bana bıraktığı en kıymetli miras…
Aile şirketi sahibi olmak, bir çocuğunuzun daha olması demektir. İlginizi, özeninizi, dikkatinizi ondan ayıramazsınız. 24 yıl içinde bilgisayarımın ve telefonumun günlerce kapalı olduğu hiçbir tatilim olmadığını söylesem, inanır mısınız? Bugün 14 yaşında olan oğlumun doğumundan 2 gün sonra da babamı toprağa verdikten birkaç gün sonra da çalışıyordum. Mesai biz de hiç 17.00’de bitmedi. Aile yemeklerinde de çıktığımız gezilerde de konular dönüp dolaşıp işe bağlanırdı. “Yeter artık, yine mi iş konuşuluyor!” diyerek serzenişte bulunan annem, arkamızdaki en güçlü yürek ve beyin olarak durmaya ve sonsuz desteğine devam ediyor. Çünkü ortada aile şirketi varsa İşletme aile işletmesiyse, ailedeki tüm fertler de buradaki gerekliliklerden nasibini alır.
Takım Tezgahları sektöründe, ikinci kuşak ve kadın olmak cesaret ister, dayanıklılık ister…
Değerlerinizden ödün vermeden; akıl, tecrübe ve bilgi birikiminiz ile hedefe yürürken, birçok sorumluluk alanını da aynı anda idare edebilme kabiliyetine haiz olmak gerek. Öncelikler ihmal edilmeden yetişilmesi gereken bir yer vardır her zaman. Oğlumun maçını, eşimin özel gününü yakalayabilmek için birkaç günlük işi bir güne sığdırıp, gece yarıları seyahat ettiğimi çok bilirim.
Şanslıyım ki, ikinci kuşak olmanın sorumluluğunu paylaştığım, emaneti taşırken yalnız olmadığım, işlere dair beraberce kararlar alabildiğim kardeşim Sedat Bozkurt var. Yıllardır, iş yaşamında da uyum içinde yol arkadaşlığı yapmaktayız. Şirketlerimize kattığı değerler bir yana, varlığı benim için ayrı bir güç.
Farklı bir işe yönelmeyi hiç düşünmedim. İşimin içinde üretim teknolojileri, dış ticaret, organizasyon, hukuk, finans gibi ilgi duyduğum tüm alanlar var. Daha da önemlisi satışını yaptığınız ürünler yatırım malı ve yaptığınız tüm doğru işler günün sonunda ülke ekonomisinin kalkınmasıyla doğru orantılı. Sadece müşterinize doğru bir üretim tesisi teslim etmek değil; doğru süreçlerle, vaktinde teslim ettiğiniz bir yedek parça bile duran makinayı çalıştırmaya başladığı andan itibaren milli kalkınmada bir değer oluşuyor. Bu açıdan da bakıldığında, içinde bulunduğunuz sektör ve yaptığınız iş ayrıca anlam kazanıyor.
Dünyada kriz dönemlerini, savaşları, salgın hastalıkları ve daha birçok gelişmeyi yaşamış ve yıllarca ayakta kalmayı başarabilmiş; nesilden nesile aktarılmış aile şirketlerine, verdikleri mücadeleler dolayısıyla hayranlığım büyüktür. Firmamızın da vakti geldiğinde, çocuklarımız tarafından devralınmasını istesem de bu kararın özgür iradeleriyle değerlendirilmesi gereken bir konu olduğunu düşünüyorum.
Bu yazı çalışması ile iş yaşamıma ve tecrübe ettiklerime dair birkaç dakika durup, geriye bakmamı sağlayan, sektördeki kadın emeğine desteğini esirgemeyen değerli derneğimiz TİAD’a teşekkürlerimi sunarım.
“İnsanı güçlü kılan zorlukları ve çatışmaları sevdim, deneyimledim ve yoluma devam ediyorum”
Yasemin Okçu, Mega Elektronik İş Geliştirme ve Pazarlama Uzmanı
Üniversiteden sonra yurt dışında eğitimime devam ettim. Türkiye’ye döndükten sonra da uluslararası bir denetim-danışmanlık firması olan Ernst and Young’ta Usulsüzlük ve Uyuşmazlık İncelemesi bölümünde çalışıyordum. Babamın bir gün bana “ya şimdi gel ya da hiçbir zaman gelme” gibi bir konuşma yapması üzerine, onun ortağı olduğu firmaya geçiş kararı aldım. Benimle bu konuşmayı yapana kadar doğru zamanın ne zaman geleceğini ne zaman hazır olacağımı hiçbir zaman hayal etmemiştim. Aslında onun bana olan inancını gördüğüm bir konuşmaydı yaptığı…Ben de “neden olmasın ki” diye düşünerek teklifi kabul ettim. Asıl merak konusu da benim bu başlangıcı nasıl planladığım değil, babam Cüneyt Okçu’nun bana bu teklifi yapma kararını nasıl aldığıdır belki de…
Bugün beş yılı aşkın süredir aile işinde çalışıyorum. Beş senelik plan yaparak başlamıştım bu işe. Şirket içinde yaptığım iş, seneler içinde değişti ve halihazırda yaptığım işe evrildi. Bu ekipler arası değişimi hem ben istedim hem de yönetim…. Bu şekilde şirket içindeki işleyişi öğrendim ve sorumluları tanıyıp, görev ve sorumluluklarını gözlemledim. Şu an geldiğim noktada tam üç yıldır, satış ve pazarlama faaliyetlerini yönetiyorum. Şirkete başlarken öncelikli hedeflerimden biri kendi başarılarımı edinmem ve gelişimimi ölçülebilir bir hale sokmamdı.
Motivasyonumu kendim sağlıyorum
Yaptığım iş yeteneklerim ve ihtisasımla paralel. Benim gibi aile işinde çalışanlar bilir: Her ne kadar “spesifik görevim var” desem de her konudan sorumluyum ve üstlenmeye müsaidim. İşimi benimsiyorum. Kişisel ve kurum hedeflerimi belirleyene kadar çevreme, çalışma arkadaşlarıma çok soru sordum, gözlemledim ve kendime bir yol çizdim. Çizdiğim bu yolda yürürken, kendime olan inancımı yeniden topluyorum. Üstelik başka kimseden bu desteği beklemeden… Motivasyonumu bizzat kendim sağlıyorum. Doğruluğuna yürekten inandığım şeylerin aksini yapmamı söyleyenler de oluyor. Çünkü biliyorlar ki bu yol ilk kez yürünüyor, deneyim kişisel bir olgu.
Elbette çalışma arkadaşlarımın hepsi çok değerli ve bilgili, adeta bir paletin renkleri gibiyiz. Herkesin birbirine kattığı, katacağı çok şey olduğuna inanıyorum.
Bütün ikinci kuşakların yaşadığı çatışma benzer: Yeniliğe öncülük etmek istiyoruz
Babam Cüneyt Okçu’nun aşıladığı çok felsefe var. Sanırım en önemlisi: Doğru konularda doğru çabaların sarf edilmesi gerektiği… Fayda-zarar, risk hesabını doğru bir gözlem ve yeterli bilgi birikimiyle analiz edip doğru ve yerinde kararların verilmesi gerekir. Her zaman her şey mükemmel olur veya olmaz ama önemli olan: Çıktıların yeterli düzeyde, beklentilerimizle uyuşmasıdır. Bu da doğru analizle mümkün.
Babam çok hassas, dikkatli, meraklı, çok yönlü, sosyal, tutkulu ve pozitif bir tutumla çalışır. Çalışmak onun için hayat stilidir, varoluş sebebidir. İşe olan sorumlu tutumumu, onun öğretileri ve gözlemlerim sonucunda edindim.
Kendisiyle çatıştığımız konular belki de her ikinci kuşağın karşılaştığı durumlarla aynıdır. Daha çok yenilik yapıp ortaya koymak istediğim zamanlarda, ikna edilmeyi ve işin biraz kafasında, çevresinde pişmesini bekler. Bu da benim konuya sahip çıkmam ve yeterli araştırma yapmamla sonuçlanır. Bence olay, -her iş ilişkisinde olduğu gibi- karşınızdakinin iyi niyetine güvenip, onun bilgi ve fikirlerine saygı duyup dinlemekten geçer. Hem birinci hem ikinci kuşak bunu yapabilmelidir.
İyi ilişki yönetimi şart!
İşin mutfağı çok yoğun ve her yönlü çalışma ve düşünce şekli gerektiriyor. İyi bir ilişki yönetimi şart. Çünkü ortaya koymaya çalıştığım her konu için hem yeni hem de eski fikirleri-kişileri-tutumları alışkanlıkları harmanlamam gerekiyor. Bu kadar detaylı değil belki ama şirket ruhunun parçası olan A’dan Z’ye herkesin, yenilikleri benimsemesi ve inancın bir parçası olması gerektiğini düşünüyorum.
Kendimi daha az yorardım çünkü her şeyi bilmek-öğrenmek doğru strateji değil
Başa dönsem yine aynı şeyleri yapardım. Her şeyin zamanında ve yerinde gerçekleştiğini düşünenlerdenim. Her alanda olduğu gibi erkek egemen bir sektörde kadın olarak çalışmanın hem avantajları hem de dezavantajları olduğunu düşünüyorum. Çatışmaların ve zorlukların insanı güçlendirdiğine inanırım. Çatışmalar ve dezavantajlar yaşandığında bunun içinden çıkmak için, bilgi birikimi vs. gibi konulara odaklanıyorum. Kendimi geliştirmeye gayret ediyorum. “Farklı yapabilirdim” dediğim tek şey: Bu konuya olan yaklaşımım… Kendimi daha az yorardım belki. Çünkü her şeyi öğrenmek, bilmek gibi bir misyon üstlenmenin, doğru strateji olmadığını düşünüyorum.
Hedefleri ve zorlukları sevmek!
Erkek egemen bir sektördeyiz ancak kendimi de karşımdaki insanları da “cinsiyetsiz” olarak sınıflayarak sadece başarılarına odaklanıyorum. Bazen zor zamanlarda, arada sırada çekip gitmek isteğim olmuyor değil. İnsanın kendine böyle durumlarda hatırlatması gereken şey onu yola çıkaran hedefleri ve de zorlukları sevip benimsemesi gerekliliği. Böyle anlarda asıl savaştığımız zorluğu doğru analiz edip, onu yaratan sebepleri güncellememiz gerekir. Ama her zaman, savaştığımız şeyin kendi günlük meselemizden daha büyük olduğunu düşünüyorum.
Genellikle beni çekip gitmekten vazgeçiren şey, somut olarak; Cüneyt Okçu, Osman Öztaşkın, Tuncer Ünal gibi çok iyi yönetici ve akıl hocalarıyla çalışma fırsatı. Şirket içerisindeki her alana-bilgiye ulaşabilmenin getirdiği esneklik sayesinde işin bazen kolaylaşmasına şükrediyorum.
Bu işe başlarken tam profesyonel ve kurumsal bir ortam bekliyordum ama…
Bu işe başlarken, eski çalıştığım kurumsal şirketimden bile daha profesyonel bir ortamda çalışacağımı düşünürdüm, fakat seneler içinde fark ettim ki ben hep babamın kızı olacağım. Bu, bazen korumacı bazen de eleştirel bir tutumla karşılaşmama sebep oluyor. Bu gibi durumlarla en gerçek ve yalın şekilde karşılaşıyorum ama biliyorum ki bu şeffaflık, gelişimim için değerli ve kendimle yüzleşmem için kritik.
Kendi kızıyla çalışmak söz konusu olduğunda babamın hata kabul etmeyen bir tutumu var
Genel olarak motive edici ve yardımcı olmak isteyen bir yaklaşımı olsa da babamın benle çalışmak söz konusu olduğunda hata kabul etmez bir tutumu var. Her hatamda kendini suçluyor ve sorguluyor “ben bu kıza neyi eksik verdim de bu problemi çözemedi” diye… İlişki yönetimi kritik rol oynuyor, herkesin beraber çalıştığı insanların konumunu ve yapısını kabul edip saygı duyması şart.
Firmamız adına sürdürülebilir bir başarı yükselişi planlıyorum. Firmamız için önemli olan -hangi jenerasyonda olursa olsun- yarı kurumsal bir yapı altında, aile şirketi dinamiklerine sahip çıkarak ortak hedefler oluşturabilmek. Önceki kuşakların önemsediği değerleri ve toplu hedeflerin bayrağını taşıyıp, şirketin parçası olan herkes için uygulanmasını sağlamaktır. Şirketler için değerlere bağlılık ve gelişim, büyük önem taşır. Gelecekte kendime biçtiğim hedef, yönetimsel görevlerin sorumluluğunu almanın yanı sıra kimsenin yerini doldurmaya çalışmadan, kendi kendimle yarışmak.
Problemleri elden gelen en iyi şekilde çözmeye çalıştıktan sonra geri kalan detayları kişiselleştirmemek gerekiyor, her ne kadar kişisel bir iş yapıyor olsak da…